Genel seçimlerin ardından kurultay sürecinin başlamasıyla iç tartışmalarına gömülen CHP, son olarak 2017 referandumundaki 2,5 milyon mühürsüz oy pusulasına itiraz etmediği iddiasıyla gündeme geldi. Bu iddia, yine parti içi bir tartışmayla karşımıza çıktı. CHP Eski Konya Milletvekili Atilla Kart, mühürsüz oylarla ilgili “AİHM’nde dava açmam, partim tarafından engellendi” dedi. 

Kart’ın bu iddiasına ilk olarak o dönem seçim işlerinden sorumlu olan Bülent Tezcan, ardından da yeni oluşturulan MYK’da Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Zeynel Emre karşı çıktı, “partimiz gerekli davayı açmıştır ancak reddedilmiştir” denildi.

Karşılıklı yapılan açıklamaların ardından, hem CHP hem de Atilla Kart’ın ayrı ayrı başvuru yaptıkları, her iki başvurunun da reddedildiği, ancak Kart’ın yaptığı başvurunun konu bakımından farklı olduğu anlaşıldı.

2017 referandumu, Türkiye açısından tarihi bir kırılma noktası oldu. Türkiye, bu tarihten sonra ‘tek adam rejimine’ geçti ve otokrasiye hapsoldu. Toplumun bu travmayı yaşamasında bunu engelleyemeyen muhalefetin de payı büyük elbette. Bu nedenle o dönem yapılan hataları ortaya çıkarmak ve sorumluların hesap vermesini sağlamak gerekiyor. Çünkü o döneme ilişkin tek şaibeli durum, mühürsüz oy pusulalarıyla ilgili değil. 

Referandum sürecinde bilişim sorumlusu olan CHP’li Erdal Aksünger, geçtiğimiz haziran ayında YouTube kanalıma bir röportaj verdi. Aksünger, o röportajda seçim gecesi görev alanında olmamasına rağmen tüm basın açıklamalarını kendisinin yaptığını, sorumluluğu olan partililerin o gece orada olmadıklarını ve bir süre sonra da genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun partililere “Evinize gidin” dediğini söyledi. İnsanın gür bir sesle ‘neden?’ diye sorası geliyor. Sordum da. Hem de defalarca sordum. Ancak net bir yanıt alamadım…

28. Olağan Kurultayı’na giden CHP, bugün ise bir yenilenmeden bahsediyor. ‘Değişim isteyenler’ ile ‘genel merkez’ arasında sündürülen bu yenilenme temasının hâlâ tam olarak neyi temsil ettiğini bilmiyoruz. Her iki taraf da CHP’nin kendi kodlarından hızla uzaklaşıp sağa eğilim gösterdiği şu süreçte ‘sosyal demokrasi’ vurgusu yapıyor. Sanki yeni bir gezegen keşfedilmişçesine! Özünde sosyal demokrat olup da buradan uzaklaşan bir partinin önce neden çizgisinden koptuğuyla ilgili bir özeleştiri yapması gerekmez mi? Bu kopuş sürecinde payı olan herkesin hesabı bölüşmesi gerekiyor yalnız!

Dillerden sosyal demokrasi düşmüyor ama sokağın sesi başka şeyler söylüyor. Mesela verilmeyen haklarını almak için günlerdir direnen sendikalı Trendyol depo işçileri, önceki gün polis şiddetiyle gözaltına alındı. Gözaltına alınırken kolu kırılan ve canlı yayınıma bağlanan işçilerin bağlı olduğu DGD-Sen Genel Başkanı Neslihan Acar, “15 işçi gözaltına alınmışız, daha bir tane arayıp 'geçmiş olsun' diyen yok milletvekillerinden. Bu işçiler nereye gidecek, kime seslenecek? Bu kadar sessiz kalınmamalı. Önümüz yerel seçim, bu işçiler görüyorlar, izliyorlar bu hikâyenin kendisini” diyor.

Özetle, “Muhalefet nerede?” diye soruyor Acar. Şimdi genel merkezin ve değişim hareketini başlatan grubun süslü cümlelerini bir kenara bırakıp, en yalın haliyle soralım:

İşçi direnişlerini görmeyen bir partiye ‘sosyal demokrat’ denir mi?