Gazeteci hakikate aşk ile bağlıdır. Gazetecinin sadakat esası, yapılan haberin doğruluğuna duyulan sadakattir. Gazetecilikle ilgili ahkam kesecek değiliz fakat her gazetecinin amentü olarak bileceği bu gerçeği sık sık hatırlatmak zorundayız. Peki neden böyle bir giriş yapıyoruz. Tarih tartışmaları da gazeteciliğin konusudur. Burada da hakikate sadakat şiardır. 

Bugün dünyanın gündeminde olan on husus saysak en başlarda İsrail-Filistin tartışması gelir. Yahudiler ve Müslümanların ilişkisi şimdiye dek hep düşmanlık ilişkisi içerisinde değerlendirilmiştir. Haklı sebepleri de olan bu önermenin Türkiye özelinde yanlışlarına dair örnekler daha fazla yer alıyor. Evvela kafamızdaki tabuları yıkmakla gerçeğe ulaşabiliriz. İşgalci Siyonizmin emperyalizmle işbirliği halinde mazlum Filistin halkının tepesine bomba yağdırmasının, savunmayı bırakın, kabul edilecek bir yönü asla yoktur. Bu saldırıların insani yönü dışında, siyasi ve stratejik yönü olarak da Türkiye'yi hedef alan ve bölgeyi emperyalizmin kullanışına açık haline getirme projesi olduğu da başka bir tartışma konusu olsa dahi somut gerçek olarak ortadadır.

Fakat biz tarihteki bir örnek üzerinden Türk-Yahudi ilişkilerini inceleyelim.

Tarih, maddenin olduğu yerde, tek bir taraf, blok halinde ortak bir davranış biçimi olmadığını kanıtlamaktadır. Daha kısa ifade edersek her şeyde iki farklı çizgi vardır. Hainin olduğu yerde vatansever vardır, sağın olduğu yerde sol vardır, ateistin olduğu yerde Allah'a inananlar vardır. Bu mantığı toplumsal ilişkilere de yoralım. Osmanlı Yahudileri de böyleydi. Siyonist talepleri ateşli savunan Yahudiler olduğu gibi Osmanlı'yı anavatan kabul eden, Cumhuriyeti kendi vatanı olarak benimseyen ve 'Ben evvela Türk'üm, son belki Yahudi diyebiliriz' diyen Yahudiler de vardı.

İdeolojik karşıtlıkları kenara bırakarak tarihi hakem seçelim. Desek ki, İzmir'i işgal eden Yunanlar, Türklerle beraber Yahudi tüccarları da hapsetmiştir, desek ki, aynı İzmir'de işgale karşı düzenlenen ilk miting olan 'Maşatlık Mitingi' Yahudilerin düzenlediği işgal karşıtı ve ay-yıldızlı bayrakların dalgalandırıldığı bir mitingtir, desek ki, Selanik elden çıktığında şehirden Müslümanlar ve Yahudiler 'Türklere ölüm' sloganları ile sürülmüştür ve desek ki, Halide Ediplerin ifadesi ile Ateşle imtihan edilen Türk en zor zamanında Musevi yurttaşları yanında görmüştü... Bu gerçeği kim yok sayabilir.

Derdimiz hiçbir dini grubu, cemaati haddinden fazla övmek, öne çıkarmak veya yermek değil. Ortada duran hakikate sadık kalarak, Anadolu tabiri ile 'sapla samanı ayırmak' istiyoruz. Ufak bir örnekle hem daha iyi anlaşılalım hem de yazıyı uzatmadan bitirelim.

Osmanlı'da gayrimüslimler askere alınmazdı. Hiçbir grup da özellikle 'bizi askere alın' diye Padişaha çıkmadı. Ta ki, Osmanlı Musevi Hahambaşılığının mektubuna kadar...

Buyurun bahse konu mektubun kendisini okuyarak kendi ağızlarından dinleyelim:

"Tanrının yardımıyla,

Meclis'in ruhani ve kamusal din adamlarının hahamlarına,

Büyük Sultan'ın hükümeti tarafından İspanya'dan kovulan Yahudilere gösterilen nezaketi çok iyi biliyorsunuz. Hükümet, evlatlarını kucaklayan şefkatli bir anne gibi merhamet kollarını açtı ve böylece, Türkiye'ye geldiğimiz andan bugüne kadar, Tanrı'ya şükürler olsun, sultanların gölgesi altında her türlü konforun ve iyiliğin tadını çıkardık. Bu nedenle, dinimizin emrettiği gibi, kutsal günlerimizde ve dini törenlerimizde, Büyük Sultan'ın hükümetinin başarısı ve refahı için dua etmeyi asla ihmal etmedik ve bunu asla ihmal etmeyeceğiz.

Ermiya Peygamber şöyle der: 'Seni gönderdğim şehrin güvenliğini iste ve onun için Allah'a dua et, çünkü onun güvenliği ile sen de güvende olacaksın'

Efendiler, gölgesinde himaye gördüğü Yahudilere eşit haklar tanıyan ve 'Kan iftirası'nın tamamen yalan olduğunu fermanla ilan eden Abdülmecid Hanı elbette hatırlarsınız.

Yirmi yılı aşkın bir süredir Türk Yahudilerinin başında bulunduğum için, kardeşlerimin sadakatini ve Sultan Abdülhamid'in hükümetine olan bağlılıklarını biliyorum. Sadık bir çoban olan bu Şanlı Sultan, aziz bir baba gibi gece gündüz sürüsünün refahıyla ilgilenir. Rusya'dan kaçan Musevi mazlumlara ırk ve din ayrımı gözetmeksizin geniş imparatorluğun kapılarını açmıştır.

Bizi Müslümanlarla aynı kanunlardan yararlandıran Sultanımıza Allah uzun ömürler versin.

Kendi kendime soruyorum, Efendiler, Türk Devleti'nin bu lütuflarına layık olduğumuzu kanıtlamak ve aynı zamanda vatani hizmetleri yerine getirmek için ne yapabildik? Bence vatani hizmetimiz, gerçek Türkler gibi, aziz vatanımızın ordusuna hizmet etmektir. Bunu yaparak sadakat duygularımızı gösterebiliriz.

Bu nedenle size bir önerim var. Eğer uygun bulursanız, Yahudilerin de Müslümanlar gibi askerlik görevlerini yerine getirmek üzere orduya kabul edilmeleri için Hakipavi Şahanesi'ne bir dilekçe verilmesini teklif ediyorum. Bu suretle, milletimiz, kendisine mütemadiyen yapılan büyük iyiliklere karşı minnettar olduğunu göstermiş olacaktır. Şanlı Sultanımızdan, Yahudi askerlerin dini görevlerini yerine getirmesini istemeyi ihmal etmeyeceğim. Onun dindarlığını ve merhametini bildiğimden, bu isteğimin dikkate alınacağından eminim. Teklifimi kabul edeceğiniz ve imzalayacağınız ümidiyle sizi selamlıyorum.

Nisan 1893, İmza Moşe Levi"

Ruhani Meclis üyelerinin imzalarını taşıyan ve Yahudilerin de askere alınmasını arz eden bir belgeyi II. Abdülhamid’e sunan Hamambaşı Moşe Levi’ye Sultan Abdülhamid, “Saray’ın kapıları size ve her Yahudi’ye daima açıktır” diyerek iltifat etti. Ne var ki, Heyet-i vukela, politik açıdan, zamanın uygun olmadığına karar verdi. 1909 yılında ikinci meşrutiyet ortamında gayrimüslimlerin de orduya kabul edilmesi kararlaştırıldı.

Vatansever Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler ve daha nice unsurlar olduğu gibi Yahudiler de vardı. Bu vatanın bütünlüğüne karşı ortak vatan mücadelesi veren tüm yurttaşlara saygı ve minnet duyuyoruz.

Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözü ile bitirelim: "Egemen unsur olan Türklerle kader birliği etmiş bazı sadık unsurlarımız vardır ki özellikle Museviler, bu ulusa ve bu yurda bağlılıklarını kanıtladıklarından şimdiye kadar refah içinde yaşam geçirmişlerdir ve bundan böyle refah ve mutluluk içinde yaşayacaklardır"