Avusturyalı iktisatçı Joseph Schumpeter, kapitalizmin dinamiklerinden "yaratıcı yıkım rüzgarı" terimini 1950'lerde üretmiştir. 1980'lerin sonlarında, 1978 Washington Mutabakatı'nın da tam yol ileri etkisiyle, Schumpeter'ın "yaratıcı yıkım rüzgarları" neoliberalizmin kasırgasına dönüşerek Fortune 500 listelerine girmek gibi amansız bir "Katrina"ya dönüştü. Günümüzde bu rekabet kasırgalarının hızı ve belirsizliği, yaratıcı olmaktan çok daha fazla tek kurumsal kriterin olduğu bir noktaya ulaştı. Kapitalizmin "yaratıcı yıkımı": finansallaşma.
Eylül 2008 mali krizinden bu tarafa "geleneksel kapitalizmin" yerini "postmodern kapitalizmin" aldığı gerçeğidir. Artık "yaratıcı yıkım güçlerinin" yerini bir tek "yaratıcı yıkım" gücü finansallaşmış durumda. Finansallaşma sanayi kapitalizmindeki rakiplerinin aksine en iyi ürün, hizmet ve teknolojilerinin bile ıskartaya - çok çabuk- çıkması gerektiğine inanmaktadır. Daha da önemlisi finans kapitalizmi bunu yapmayanları piyasadan tasfiye edeceğini, yani yaratıcı yıkım rüzgarlarını kasırgaya dönüştüreceğini "kör gözüne parmak misali" göstermektedir. Finansal kapitalizm küresel düzeyde hiper finansal rekabet devrini başlatmış olup ticaret savaşları ve kur savaşları 21. yüzyılın ilk yarısının temel "biyo-finans" silahı olacak gibi gözüküyor. Bu süreçte kaos yaşanacağı kesin. Kaostan yapıcı bir meltem rüzgarı çıkar mı? Bu daha ziyade Judeo-Hristiyan dünyanın başlarındaki seçkinci/elitist iktidar güçlerine ne kadar direneceğine bağlıdır. Mesela 17 Eylül 2011'de başlatılan Wall Street eylemleri benzeri uyanışlar gibi.
Sanayi çağında bir şirketin temel değeri kontrol ettiği üretim varlıklarındaydı. Yani tabii kaynaklarda, tesislerde, makine ve donanımda, finans sermayesinde ve elbette bünyesindeki işgücünde. Bugün gelinen nokta, günümüzün geleneksel bilançoları ve kâr-zarar tabloları şirketin değerinin çok az bir kısmını yansıtmaktadır. Hiç abartısız en fazla %50'sini, abartılı tahminle %10'unu. Çünkü kalan %50 ve/veya %90'ının "gelecek değer" olduğu gerçeğidir. "Gelecek değeri" belirleyen ise "irrasyonel inançlar", "psiko-ekonomi" ve "iletişim sermayesi"dir. Hemen belirtelim ki iletişim ve iletişim sermayesi kirlidir ve giderek kirlenmekte olup irrasyonalite ve psiko-ekonomi üzerinde etkilidir.
Anlaşılıyor ki "kurumsal değer"in esası buzdağının su altında kalan bileşenlerinden oluşmaktadır. Bunu şöyle formüle edebiliriz:
Toplumsal algı sermayesi = İnsan sermayesi + hissedar sermayesi +/-psiko-ekonomi +/-iletişim sermayesi.
1. İnsan sermayesi: Çalışkanların bilgi, beceri ve değerinden oluşur.
2. Hissedar sermayesi: Şirketin hissedarları, ortakları, müşterileri, bayileri arasındaki zenginlik sağlama potansiyeli.
3. Yapısal sermaye: İnsan sermayesiyle beraber şirketin organizasyon yapı ve kapasitesine ilave edilebilen "soyut eğilim ve kanallardır".
a. İrrasyonel toplum ve grup inançları: Dini, geleneksel kaynaklardan ortaya çıkar ve beslenir.
b. Psiko-ekonomi: Davranış ekonomisi/finansı ve nöroekonomi/finansı bu kapsamdadır.
c. İletişim sermayesi: Kurumun piyasadaki algısı, medya üzerindeki ve medya üzerinden toplum katmanlaında oluşturduğu değeri.
Hissedarlar sermayesi ve yapısal sermaye birlikte bir kurumun/şirketin "stratejik gücünü" ve finans sermayesine karşı "pazarlık gücünü" belirler. Ortaya çıkan bu yapıyı ise insan sermayesi tabanının becerileri pozitif ya da negatif yönde kurumsal yapıya ekler veya çıkarır.
Gerçekte bir kurum veya şirketin gelecekteki asıl kaynakları "toplumsal algı sermayesini" oluşturan varlıklardan oluşmaktadır. Böyle bir durum bize şu çıkarımı verir: 21. yüzyılın ekonomisinde mikro veya makro ayırımları arasındaki farklarda davranış ekonomisi temel belirleyici etken olacak ve daha fazla belirsizlikler altında kararlar alınacak.
İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılı düşünürken baş döndürücü teknolojiyi düşünüyoruz: Uzay yolculuğu, internet, genetik ve biyoteknoloji, robotlar, nanoteknoloji ve paranın gücü. Ne var ki geleceğin yüzü, bizim bu yüzü tasarlamada faydalandığımız teknolojiden ve paranın gücünden daha karmaşık: 21. yüzyılın en heyecan verici atılımları, teknoloji sayesinde değil, insan olmanın ne manaya geldiğinin daha iyi anlaşılması sayesinde gerçekleştirilecektir.